Sokaklar evlerimiz kadar güvenliydi. Biri düşünce, kaldırırdı diğeri. Diğeri henüz öteki değildi. Öteki henüz kelime olarak anlam kaymasına uğramamıştı. Bizim gibi olmayan bize benzemeyen değildi. Daha değil. Hala bize benziyordu herkes, korkularıyla, zaaflarıyla, beklentileriyle, değerleriyle. Ayrımcılık yapanlarda olurdu arada, kitabı ile, mezhebi ile, partisi ile, tuttuğu takım ile, rengi ile, cinsiyeti ile ayırırdı. Ayırırdı fakat bunca ayrımcılığa rağmen ortak insani değerlerde, bir ayrılık söz konusu olmamıştı hiç. Beş yıllık kalkınma planlarının şehrinde. Beş yıllık kalkınma planlarının yapıldığı ama üzerinde hiç konuşulmadığı şehirde. Veysel’in kapısında horlandığı şehirde.
Davete icabet yalnızca nezaket değil görevdi aynı zamanda. Küçükler seviliyor, büyükler sayılıyordu. Nezaket ve zerafet gözetiliyor, kimse kendisine yapılmasını istemediği davranışı bir başkasına reva görmüyordu. İnsanlar, asansörde merdivende karşılaştığı komşusuna selam veriyor. Komşu komşunun hakkını gözetiyor. Kendi hak ve özgürlüklerinin, komşusunun hak ve özgürlüklerinin başladığı yerde bittiğinin bilincinde. Fedakarlık kişiliğimize tehdit olarak algılanmıyordu. Paylaşma duygumuzu kaybetmemiştik henüz. Bir yemekte en güzel parçanın hep kendimize gelmesini beklemiyorduk. Alçakgönüllülük, hırslarımıza kurban edilmemişti, daha değil.
Ar damarı çatlamamıştı daha, ayıplanmaktan korkardı ar sahibi. Nefsini alıkoyardı haddini aşanı yapmaktan. Haya kelime olarak ömrünü tamamlamamıştı daha, insan yalnızca kendisini alıkoyduklarından değil başkalarının kendini yapmaktan alıkoyamadıklarından da utanırdı. İnsan yaptığı yanlıştan, pişman olmaktan korkmazdı. Arlanmak pişmanlığın izdüşümüydü.
Ev sahibi, konuk ağırlamanın bilincinde, güleryüzde cömert, dilinde edep, bakışlarında saygı vardı. Misafir konuk olmanın sorumluluğunda, giyiminde kuşamında özen, gelip gitmesinde ince, bakışlarında sakınma, sesinde ayar gözetirdi. Aile değer ve bireyleri korunur, önemsenir. Evlat evlatlığını, büyükler büyüklüğünü bilirdi. Gençler kendilerinden yaşça büyüklere saygı gösterir. Yaşça büyükler herkesin hakkını hukukunu korurdu. Söz meclisinde bir densiz, bir dengesiz olduğunda, büyükler nezaketle uyarır. Samimiyet ile, tevazu ile, sadelikle, sevgiyle, saygı ile bir kırgınlığın önüne geçerdi. Güven sonradan oluşan bir değer değildi. İnsanlar hiç tanımadığı biri ile bir mecliste bulunduğunda, bir birim güven verirdi. Diğeri o güvene layık olduğu sürece sorun yoktu. Layık bir kelime ve bir değer olarak hala tedavüldeydi. Layık haksızlığa maruz kalmamıştı hiç. Liyakatın layık olmakla hiç bir ilgisi yoktu.
Gelenek ve göreneklerimiz her ne kadar kentleşse de, bizim kentli olmamız kadar değişmemişti henüz. Hala konar göçer ruhlarımızın gölgesinde yaşıyorlardı. Gelenek ve göreneklerimiz çekiştirdiğimiz yerden kendimize yonttuğumuz, işimize geldiği gibi yorumladığımız, senin benim diye ayrıştığımız, kültürel geçmiş bağlarımız değildi. Bireyin ahlaki izdüşümüne indirgenmemişti.
Beş yıllık kalkınma planlarının gri şehrinde, nefs kelime olarak anlam kayması yaşamamıştı henüz. Kelime hala ruh ve bedeni birlikte ifade ediyordu. Birey benliğine hakimdi, benlik nefsin uşağı değildi. Nefs; şehvetin, arzuların, kibir ve gururun, öfkenin, yalancılığın, sahtekarlığın, merhametsizliğin, tembelliğin, cimriliğin, korkaklığın, geçimsizliğin, sinsiliğin, saygısızlığın, somurtkan ve sevimsizliğin, duygusuzluğun, hayırsızlığın, kötü sözlü ve kırıcılığın, bozguncu ve ara bozuculuğun, rahmi değildi henüz. Daha değil.